Member-only story
2016'nin Haziran’ında Calling Mag için yazmıştım. Bugün yine önüme düştü bu yazı.
“Sıcak ve ıslak bir haziran gecesi, bir borunun ucunda duruyorum. Tam ucunda da sayılmam, yakınlarında bir yerdeyim. Birazdan gelecek olan basınçla binlerce bana benzeyen yoldaşımla beraber, önce sıvı olarak dış dünyaya kavuşacak, sonrasında da buharlaşıp atmosfere karışacağım.”
Herkesin bildiği hikayedir, kalabalıkların içinde kendimiz olmamız, biricik olmamız gerekir. İlkokulda başlar, hatta kimi zaman ondan da önce, en iyisi bizizdir. En iyi çocuk, en akıllı velet, en yetenekliyizdir, biriciğizdir. İçimize işleyen bu biriciklik duygusu, yıllar sonra kalabalıkların içinde kaldığımızda tekrar nükseder. Çünkü hayat, bizim biricikliğimizin çok da önemli olmadığını, olağan olduğumuzu gösterir durur. Ama yine de kendimizin benzersiz olduğunu duymak, buna inanmak kendimizi iyi hissettirir.
Çok anlattığım anılarımdan biridir, mimarlık eğitimine başladığım yıllarda, ilk dersimize giren bir öğretim görevlisi dört sene sonra içimizden sadece birinin adını potansiyel mimarlık ofisine / inşaat şirketine vereceğini söylemişti. Ah ne de önemli değil mi? Böyle yarım ama mesleklerinde çok iyi olan insanlar olmak. Neyse ki, bu vahşi ortam kimi zaman ters tepiyor ve dayanışma ile bir aradalığı öğreniyor insan. Kötü koşullar bir şekilde bir aradalıkları güçlendiriyor ve dayanışmalar da çoğunlukla…